باب: التشهد
في الآخرة.
148.
SON TEŞEHÜD'E OTURMAK
حدثنا
أبو نعيم قال:
حدثنا
الأعمش، عن
شقيق بن سلمة
قال: قال عبد
الله: كنا
إذا صلينا خلف
النبي صلى
الله عليه
وسلم قلنا:
السلام على
جبريل
ومكائيل، السلام
على فلان
وفلان،
فالتفت إلينا
رسول الله
عليه وسلم
فقال: (إن الله
هو السلام،
فإذا صلى
أحدكم فليقل:
التحيات لله،
والصلوات
والطيبات،
السلام عليك
أيها النبي
ورحمة الله وبركاته،
السلام علينا
وعلى عباد
الله الصالحين،
فإنكم إذا
قلتموها،
أصابت كل عبد
لله صالح في
السماء
والأرض، أشهد
أن لا إله إلا
الله، واشهد
أن محمدا عبده
ورسوله).
[-831-] Abdullah İbn Mesud (Radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Biz
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkasında namaz kıldığımız zaman
şöyle derdik: Cebrail'e, Mîkâîl'e selâm olsun, şu meleğe, şu meleğe selâm
olsun. 'Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize dönerek şöyle
buyurdu: "Şüphesiz Selâm olan sadece Allah'tır. Siz'den biri salauât
okuyacağı zaman şu duayı etsin:
التحيات
لله،
والصلوات
والطيبات،
السلام عليك
أيها النبي
ورحمة الله
وبركاته،
السلام علينا
وعلى عباد
الله
الصالحين
[Ettehiyatu Lillahi ve’s-selevatu ve’t-teyyibatu es-selemun
aleyke eyyuhennebiyyu ve Rahmetullahi ve berekatuhu es-selamun aleyna ve ala
ibadillahi salihin ] Çünkü siz bu şekilde Allah'ın sâlih kullarına selâm dilediğiniz
zaman, bu dua gökteki ve yerdeki Allah'ın her sâlih kuluna ulaşır.
Dua’nın meali:
Selâmlar, salavât ve ve bütün güzellikler ve güzel sözler Allah'a mahsustur. Ey
Nebi, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm bize ve
Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun.
Tekrar: 835, 1202, 6230, 6265, 6328 ve 7381
AÇIKLAMA: Şüphesiz Selâm olan sadece Allah'tır"
ifadesiyle ilgili olarak Beyzâvî'nin açıklamaları özetle şöyledir: Resûlullah
Allah'a selâm dilemeyi kabul etmemiş ve reddetmiştir. Bunun asıl söylenmesi
gereken duaya ters olduğunu da açıklamıştır. Çünkü her türlü selâm ve rahmet
zaten O'na mahsûstur ve O'ndan gelmektedir; selâm ve rahmetin sahibi O'dur,
selâmı ve rahmeti kullarına bahşeden O'dur."
et-Tûrbeştî bu konuda şöyle demiştir: "Resûlullah Allah'a
selâm dilemeyi yasaklamıştır. Çünkü O her an kendisine yönelip isteklerimizi
arz ettiğimiz mevlâmızdır. O bütün bu dileklerden yücedir, bunlara asla muhtaç değildir.
Kul O'nun için nasıl dua edebilir ki?! Zaten her şeyin sahibi olan ve her
halükârda kendisine dua ettiğimiz Rabbimiz O değil midir?!"
Konuyla ilgili olarak İbnü'l-Enbârt de şöyle demiştir:
"Resûlullah ashabına selamı kullar için dilemelerini emretmiştir. Çünkü
selâmete muhtaç olan mahlûkâttır; Cenâb-ı Hak buna muhtaç olmaktan yücedir, Ganîdir.
Tahiyyât: Bu kelime Tehayyete kelimesinin çoğuludur. Selâm
selâmet, ebedîlik (beka), yücelik (azamet), her türlü âfetlerden uzak ve beri
olmak, mülk anlamlarında kullanılmaktadır.
Salavât: Bu kelimeye şu anlamlar verilmiştir; Beş vakit namazdır
veya her şeriattaki farz ya da nafile bütün ibadetleri kapsamına alan bir
kavramdır, ibadetlerin tamamını anlatan bir kelimedir, dualar anlamına gelir, rahmet
demektir.
Tayyibât: Allah Teâlâ'yı övmek, O'na senada bulunmak için uygun
ve yerinde olan güzel sözlerin tamamı, Allah'ı zikretmek, dua ve sena gibi her
türlü güzel söz anlamlarına gelir.
"Ben yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve resulüdür"
ifadesi Abdullah İbn Mesud'dan nakledilen bütün rivayetlerde aynıdır; bu
konuda farklı bir varyant yoktur. Tirmizî şöyle demiştir: "İbn Mesud
hadisi ondan çok farklı yollarla rivayet edilmiştir ve bu hadis teşehhüd ile
ilgili olarak nakledilen hadislerin en sahih olanıdır. Zaten ashâb-ı kiram
içindeki ve onlardan sonraki ilim ehlinin yoğunluğu bu hadisi esas alarak amel
etmişlerdir." İmam Şafiî ise teşehhüd konusunda Abdullah İbn Abbas'ın
naklettiği hadisle amel etmiştir.
el-Bezzâr, teşehhüd ile ilgili olarak nakledilen en sahih hadis
hangisidir, şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya şu cevabı vermiştir:
"Bence, konuyla ilgili en sahih hadis Abdullah İbn Meud'dan nakledilen
hadistir. Zira bu hadis yirmiden daha fazla yplla nakledilmiştir. Ben teşehhüd
konusunda bu hadisten daha sağlam (sâbit), senedleri daha sahih ve râvîleri
daha meşhur olan başka bir hadis bilmiyorum."
Ehl-i hadîs arasında bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı
bulunmamaktadır. Şerhü's-sünne adlı eserinde el-Beğavî bunu çok kesin bir
dille ifade etmiştir.
Ayrıca bu hadisi diğerlerine göre daha tercih edilir kılan
birçok özellik bulunmaktadır:
1. Bu hadis İmam Buhârî ile İmam Müslim'in ittifak ettikleri bir
hadistir. Halbuki teşehhüdle ilgili olarak nakledilen diğer hadislerde bu
özellik bulunmamaktadır.
2. Bu hadisin ravilerinin tamamı güvenilir (sika) ravilerdir ve
hadis farklı kanallardan geldiği halde teşehhüd lafızlarında hiçbir farklılık
bulunmamaktadır. Halbuki teşehhüdle ilgili diğer rivayetler böyle değildir.
3. Abdullah İbn Mesud bu hadisi doğrudan Resûlullah'tan
almıştır. Hatta Tahâvî'nin Esved İbn Yezîd yoluyla naklettiğine göre Abdullah
İbn Mesûd şöyle demiştir: "Ben teşehhüd lafızlarını doğrudan Resûlullah'ın
mübarek ağızlarından aldım. Teşehhüdü bana kelime kelime öğretti, telkîn
etti."
Ahmed Ibn Hanbel'İn naklettiği bir rivayete göre Resûlullah
teşehhüdü Abdullah Ibn Mesûd'a Öğretmiş ve insanlara da öğretmesini emir
buyurmuştur. Buna karşılık diğer rivayetler için böyle bir üstünlük
bulunmamaktadır. İşte tüm bu özellikler Abdullah İbn Mesûd hadisinin diğer
rivayetlere göre ayrıcalıklı ve söz konusu rivayetlerden üstün olduğunu
göstermektedir.
İmam Şafiî Abdullah İbn Abbas hadisini naklettikten sonra şöyle
demiştir: "Teşehhüd konusunda birbirinden farklı pek çok hadis rivayet
edilmiştir. Fakat bu hadis benim en çok hoşuma giden rivayettir. Çünkü
içlerinde her yönüyle tam olan (ekmel) budur."
İmam Şafiî'ye teşehhüd konusunda niçin Abdullah İbn Abbas
hadisini tercih ettiği sorulmuş o da şu cevabı vermiştir: "Çünkü bu
rivayetin diğerlerine göre daha kapsamlı olduğunu gördüm ve Abdullah İbn
Abbas'tan sahih bir senedle nakledildiğini duydum. Ayrıca bu rivayette geçen
teşehhüd lafızları diğer rivayetlere göre daha derli toplu ve daha uzun. İşte
ben bu yüzden İbn Abbâs rivayetini esas aldım, ancak sahih olan başka
rivayetleri kabul edenlere de sert bir şekilde karşı çıkmadım."
Bu konuda İmam Mâlik, Hz. Ömer'in teşehhüdünü tercih etmiştir.
Çünkü Hz. Ömer bir gün hutbede iken cemaate teşehhüdü öğretmiş, orada bulunanlardan
hiçbirisi itiraz etmemiştir. Dolayısıyla bir icma meydana gelmiştir. Hz.
Ömer'in teşehhüdü küçük bir farkla Abdullah İbn Abbas hadisinde nakledilen
teşehhüde benzemektedir. Hz. Ömer'den nakledilen rivayette el-muberekatu yerine
ez-zakiyatu ifadesi geçmektedir. Bize öyle geliyor ki burada manen rivayet söz
konusudur.
Bu konuyla ilgili olan görüş ayrılıklarının tamamı hangi
teşehhüdün daha faziletli olduğu noktasında düğümlenmektedir. Zaten İmam
Şafiî'nin yukarıda naklettiğimiz görüşü de bunu göstermektedir. Bir grup âlim,
sahih olarak nakledilen ve sabit olan her türlü teşehhüdün okunabileceğine
dair görüş birliği bulunduğunu, rivayet etmişlerdir. Fakat et-Tahâvî'nin
açıklamaları şunu göstermektedir: Bazı âlimlere göre Hz. Ömer'den nakledilen
teşehhüdü okumak farzdır.
Şafiî mezhebine mensup İbnü'İ-Münzir gibi bazı hadis âlimleri
Abdullah İbn Mesûd'dan nakledilen teşehhüdün tercih edilmesi gerektiği
görüşündedir. Buna karşılık İbn Huzeyme başta olmak üzere diğer bir grup ŞâfİÎ
hadis âlimi ise bunu tercih etmemişlerdir.
Mâlikîler'e göre teşehhüd okumak mutlak olarak gerekli değildir.
Hanefîle'de yaygın olan kanaat teşehhüdün farz değil, vacip olduğu yönündedir.
İmam Şafiî ise bunun farz olduğunu söylemiştir. Fakat o el-Umm adlı eserinde
şöyle bir açıklamada da bulunmuştur: "Namaz kılan bir kimse sadece demekle yetinir ve devamını okumazsa bana
göre bu mekruhtur, bunu hoş karşılamam. Fakat namazı geçerlidir, tekrar
etmesine gerek olmadığı görüşündeyim."
Faydalı bir
not:
el-Kaffâl fetvalarında şöyle demiştir; "Namazı terk etmek Müslümanların
tamamına zarar verir. Çünkü namaz kılan bir kimse dua ederken, Allahım beni ve
kadın - erkek bütün müminleri bağışla, demektedir. Ayrıca teşehhüde oturulduğu
zaman muhakkak "Selâm bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun"
denir. Halbuki namaz kılmayan bir kimse bu duayı etmediği için Allah'a hizmette
kusur ettiği gibi hem Resûlullah'ın hem kendisinin hem de bütün Müslümanların
haklarını göz ardı etmekte ve çiğnemektedir. İşte bu yüzden namazı terk etmenin
günahı da çok büyüktür."